“Bütün güzel hikayeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.”

Yola çıkarken aklımda yalnızca Kavafis’in şiiri vardı. “Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir.” Bulunurmuş, öğrendim. Bugünlerde herhalde beş yıl oluyor.

Herkes soruyor; “nasıl oluyor” diye. Nasıl’ını bilmiyorum. İnsan gittiği yolu geriye bakıp döktüğü mısır tanelerini sayınca anlıyor. Geriye bakınca görüyorum. Yola çıkmadan evvelki düşüncem, “yalnızlık beni tüm hayatım boyunca izledi, her yerde. Barlarda, arabalarda, kaldırımlarda, dükkânlarda, her yerde. Kaçış yok. Ben Tanrı’nın yalnız adamıydım.” Burada da yalnız olmayı, o yalnızlıktan duyduğum garip haz ile iktifa etmeyi beklerdim. Ama öyle olmadı, şehir arkamda gelmedi bu sefer, önüme çıktı, koluma girdi.

Dostlar edindim, pek ummazdım ya düşmanlar edindim. Dua ettim, sabrettim, şükrettim, küfrettim. Bir gece bu şehirle beraber yıkıldım, sonra ayağa kalktım. Sokaklarını gezdim karış karış. “Oraya yabancı plaka girmez” denilen mahallelerinde akşam misafirliklerine gittim. Güldüm, ağladım, yedim, içtim elinin artığı 🙂 Bazı bazı sövdüm ama sonunda hep sevdim. Öyle iyimser bir sevgi değil, rağmenleriyle sevdim. Her yere uzak oluşuyla, kavuran sıcağıyla, komik şivesiyle, bakdeniziyle, yoorum’uyla, pahalılığıyla, dolandırıcı emlakçısıyla, dostane esnafıyla, ama kötü ama iyi tüm huylarıyla sevdim. Çünkü biz biliriz… “Biliriz ki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası Dünya’nın en güzel yeridir. Ama Dünya’nın en güzel yerini sevmezsen, orası Dünya’nın en güzel yeri değildir…”

Herkes soruyor; “nasıl olacak” diye. Nasıl’ını bilmiyorum. Yıllar sonra geriye dönüp dökülen mısır tanelerini saydığım bir gece yine klavyeye sarılıp anlatırım olacakları, olmuşları ve olmamışları.

6 Ekim 2025, Gaziantep